RADYOOVACİK
  HAYDAR IŞIK NEYE AYAR VERİYOR?
 

Dersimlilere ve Dersim kurumlarına sürekli hakaret ve küfür eden Tuncelili Kürt Haydar Işık kimdir amacı nedir?








Haydar Işık Neye Ayar Veriyor?

Hüseyin TEKİN


TRT 6(şeş) tartışmaları sürecinde “Yeni Özgür Politika Gazetesi”, Haydar Işık’ın üç makalesine yer verdi. Bunlardan ilkyazının başlığı,“TRT 6 kazanın mı, tuzak mı?” ikinci karalama “Dersim dönekleri”, üçüncüsü ise.
 “Dersimce” başlığını taşıyordu.

Abdullah Öcalan’ın; Marx, Engels ve Lenin’in İngiliz burjuvazisinin denetiminde olduklarını, İngiliz emperyalizmi tarafından kullanıldıklarını, onların teorilerinin ise kapitalist sistemi aşamadığını, onu kutsadığını, DEV-GENÇ’in Ergenekon’un solu, İsmail Beşikçi’yi Kürtlerin Ziya Gökalp’ı ilan etmesi, Deniz Gezmiş ve ’71 Hareketi önderlerinin İngilizler tarafından kullanıldığını iddia etmesine bağlı olarak PKK yayınlarında da kendilerinden olmayan tüm kesimlere ve örgütlere yönelik saldırgan bir üslup ve betimleme belirgin tarzda kendisini göstermeye başladı. Öcalan iddiaları ayrı bir inceleme ve tartışma konusudur. Bu yazıda, bu iddia ve görüşlerin yansımaları olarak Haydar Işık’ın yazılarındaki birkaç nokta üzerinde durulacaktır.




Haydar Işık’ın yazılarındaki ağır itham, saldırganlık ve kışkırtıcı üslup, PKK yönetimi ve PKK eksenli yurtsever hareket tarafından en küçük bir tekzip, düzelti ya da eleştiriye muhatap olmadığına/uğramadığına göre, bunlar, PKK’ nin kendilerinden olmayanlara karşı geliştirdiği yeni kavramsal düzeyin ya da konseptin bir boyutu ve yansıması olarak okunmalıdır.

Tuncelili Kürt Haydar Işık; Kürtçe televizyon gibi bir gelişmeye tek bir boyuttan, salt Tayyip Erdoğan ve partisinin politik planları boyutundan bakma yeteneği gösterebiliyor. Bütün kurgularını başkalarına saldırı hazırlıkları için düzenlemiş, nesnel olgular ve tarihsel gelişmeler çok fazla bir önem arz etmiyor onun tahayyüllerinde. Kürtçe televizyona, nereden bakarsan bak, Kürtlere kurulmuş yeni tuzaktır.”dedikten sonra, “bazı saflar veruhu satılıklarbunu önemli bir değişim,hatta devrim olarak algılayabiliyor” diyor. Haydar Işık’ların tek bir amacı var. Kendileri gibi düşünmeyen bütün farklı görüş sahiplerine saldırmak ve onları susturmaktır. Kürt halkının aralıksız yürüttüğü nefes kesen kavganın inkâr sisteminde açtığı sonuçlarla ne ilgilidir ne de onları görmek istiyor. 1910’lardan günümüze; Türkçe olmayan neredeyse 50 bin coğrafi yer adını yasalarla değiştiren, bundan 60 yıl önce birkaç mısralık Kürtçe şiir karşılığında bilmem kaç yüz Kürdün kellesini isteyen bir sistemin ve onun politik rejimlerinin salt var olan Kürtçe televizyonların etkisini kırmak ya da Kürdistan’da oylarını artırmak için Kürtçe televizyon açmayacağını on bir yaşlarındaki saf bir kız çocuğu bile anlamakta zorlanmaz. Eski MHP militanı Mımtazer Türköne, çok Kürt dostu olduğundan mı “hepimiz Kürtüz” diyebiliyor? Kaçınamayacakları tarihsel bir gelişmeden nasıl fayda mülahaza edeceklerinin hesaplarını da tabii ki onların görevleridir.  




Abdullah Öcalan 4 Mart’a avukatlarıyla yaptığı görüşmede;“yine bu TRT Şeş in açılması, enstitülerin açılması gibi adımlar ABD de 5 Kasım da yapılan görüşmede alınan kararlar çerçevesinde atıldı. Bu adımı sembolik olarak iyi bir adım olarak değerlendirmek mümkün”11 Mart 2009 tarihindeki avukat görüşmesinde ise, hem durumu daha da netleştiriyor ve hem de önceki iki konudaki yaklaşımlarının bir tür özeleştirisi anlamına gelen şu görüşleri açıklıyordu: “TRT Şeş e çok önyargılı yaklaştığımız yönünde bir algılama var, bu öyle değil. TRT Şeş, kendi kendine ortaya çıkmış bir şey değil. Demokratik mücadeledeki kazanımlarımızın bir yan ürünüdür, yoksa öyle kendiliğinden verilmiş bir hak değildir”diyordu. Ve devamla; “kitaplarımda da dile getirmiştim. Kurtuluş Savaşı dönemindeki siyasal sınırlar Misak-ı Milli sınırlarıdır. Bilindiği gibi Misak-ı Milli denilen şey, Kürtleri bir bütün olarak ele alıyor; Suriye, Kerkük ve Musul un dâhil olduğu Irak Kürtleri ve Türkmenlerle beraber Türkiye deki Kürtleri de kapsıyordu.”Dersimli Kürtler için konuşan Haydar Işık, Öcalan’ın iki ayrı avukat görüşmesinde ısrarla TRT 6 için “önyargılı”olmadıklarını söylemesi, Kürdistan’ın bütün dört parçasını “misak-i milli” sınırlara dâhil etmesine ne buyururlar acaba. Demek ki, öyle yüksek perdeden ayrım yapmadan her kesi “satılık ruhlar” olarak ilan etme gafleti noktasında birazcık ihtiyat iyidir.
diye durumu açıklarken,




Tuncelili Kürt Haydar Işık, “Yeni Özgür Politika Gazetesi”nin 29 Ocak 2009 tarihli nüshasındaki “Dersimin Dönekleri” başlığı altındaki karalamada önce devrimcilere saldırıyor. Bu saldırı öyle her hangi bir saldırı değil. Her türlü entelektüel terbiyenin sınırlarını aşan kışkırtma ve hakarete vardırmadır.  Devrimci hareketin mensuplarını sokak çatışmalarında, ev baskınlarında, işkence tezgahlarında, zindan direnişlerinde tanıyan samimi bir Kürt yurtseveri, bir PKK savaşçısı, devrimci vicdanlarıyla bay Işık’ın aşağıdaki incilerini bir daha okuyup değerlendirmelidir. Bakın O, nasıl saldırıyor/karalıyor ve gerçekleri tersyüz ediyor.




 “Peki Dersim’de ne olmuştu?” diye soruyor ve neler olduğuna güya yanıtlar veriyor. “70’li yıllardan başlayalım. Dersim’e Türk solu hücum etmişti. Aydın, İzmir, Bolu’da örgütlenmeyen Türk solu, ille Dersim diyordu. Bunun bir sebebi olmalıydı. Ne sosyalizm, ne demokrasi, ne insanlıktan nasibini almış, acayip geri ve soldan başka herşey olan bu sözde siyasetler, mantar biter gibi ortaya çıkarken, insanımızı Marx, Lenin, Mao yaptılar, ama Kürt olmayı yasak gördüler. Tam da devletin istediği bir duruştu bu. Onun için teşvik gördüler. Onlara göre Kürt olmak, sosyalizm ve demokrasiye terstir. Bu suretle toplumu değerlerinden boşalttılar. Sonra 1980 faşist darbesi Kürtleri tırpanlarken, bizim bu “kahraman solcular“ fare gibi bir deliğe girip araziye uydular. Burada hemen bir parantez açıp, gerçek ve namuslu, ser verip sır vermeyen yiğit solcuları dışarda tuttuğumu arz edeyim. Kürt mücadelesi yükselirken, bunlar diasporada yine gizli eller tarafından iş başına getirildi. Konsoloslukların has adamı bunlardı.” Ne derler; “üslubu beyan, ayniyle insan”! İlerlemiş yaşına, onca yaşam deneyine karşın bu kadar cehalet, bu kadar gerçeklerden uzaklaşma!




Çok titiz bir ayrımla şunu belirtelim: Kemalist Türkiye cumhuriyeti devletiyle sorunu olmayan, onunla tam bir barışıklık ve uyum içerisinde olan küçük bir Post-Dersimi gerici kesim de; devrimcilere, sosyalistlere, onların düşünceleri ve Dersimdeki çalışmaları hakkında tıpkı Haydar Işık gibi düşünüyor, konuşuyor ve yazıyorlar. Alevilerin Kemalistleri de her fırsatta, solcular bizim çocuklarımızı kandırarak devlete karşı kışkırttılar demektedirler. Bunları kanıtlamak için onlarca sayfalık aktarma yapmak hiç de zor değildir. Peki, bu tür post-Dersimi kesim ve Kemalist Alevlilerle Bay Haydar Işık’ı kim ve hangi dertler bir araya getiriyor? Bu onun kocaman bir handikabı ve tutarsızlığı olarak yanıt bekliyor.  




Bay Haydar Işık, sömürgeci ve soykırımcı zülüm makinasına karşı verilen mücadelede yüzlerce seçkin militanını kaybeden devrimci harekete, bu “Türk solu” ne sosyalizm, ne demokrasi, ne insanlıktan nasibini almış diyor. Ama nasıl bir akıl yürütme ise, yine ona göre “soldan başka her şey olan” böyle bir insanlar topluluğu, Dersimliyi Marx, Lenin ve Mao yapmayı başarabilmişler. Sanırım sayılan kişilerin, dünya insanlık ailesinin sömürü, ayrıcalık ve politik baskılardan kurtulabilmesi için ne kadar büyük emek harcadıklarını, ne kadar ağır bedeller ödediklerini hatırlatmak gerekmiyor. Barbarlık dünyasıyla sorunu olanların, gerçekten özgürlük ve eşitlik isteyenlerin buna ihtiyaçlar yoktur. Haydar Işık gibi sosyalizme ve onun devrimci teorisine düşman olanlara anlatmaya da gerek yoktur.




Haydar Işık en küçük bir vicdani ve insani sorumluluk duymadan “Türk solu” diye tanımladığı devrimci hareket için; Türk devletinin kullanımındaki bir gelişme ve örgütlenme olduğunu söylemektedir. Hem de çok iddialı bir çerçeve içinde söylüyor. Bahsettiği tarihsel dönemde sosyalizmin itibarı yüksektir. Bağımsızlıkçı ulusal özgürlükçülük, genel devrimci yükselişin bir dolayımı olarak yansıyor. Dünya egemenleri ve burjuvazisi cephesinde komünizm tehlikesine karşı savaş ideolojik, politik, yaşam tarzı, kültürel, ahlaki ve kısaca toplumsal hayatın bütün birim ve zerreciklerinde tüm hızıyla sürmektedir. Türkiyenin sömürgeci egemenlik sistemi ve Kemalist rejim de komünizme karşı savaşı ABD ekseninde yürütmektedir. Bilimsel sosyalizmin devrimci teorisi, burjuvazinin ideolojik saldırısının baş hedefidir. Peki, nasıl oluyor da, Türk devleti bu teorinin kurcularının düşünce ve eylemlerinin Dersimliye benimsetilmesine aracı olanları himaye ve teşvik ediyor?




Haydar Işık “geç zaman” PKK’lisi olduğundan, yaranmak ve “göz doldurmak” uğraşındadır. O nedenle, tarihin vebali karşısında bir vicdani danışma ve kontrol mekanizmasını tümüyle devreden çıkarmıştır. Onun “bilgi müktesebatı” hiçbir maddi olguya dayanmıyor. Bu denli ciddi ve “büyük savlar”ı temellendirmek diye ahlaki bir kaygı da taşımıyor. Öyle bir derdi yoktur. Böyleleri, mazlum Kürt halkının yıllardır on binlerce değerli kız ve erkek evladının hayatlarıyla geliştirdiği ulusal özgürlük davasına zarar vermektedirler. 

Hayda Işık’ın küfür, hakaret, Kürt halkı nazarında töhmet altında bırakma ve çarpıtmalarına kısaca bir göz atmak atmaya çalışalım. Devrimci hareketin söz konusu yapılan parçaları iddia edildiği gibi, Türkiye’nin büyük şehirlerinde örgütlenemedikleri için mi Dersim’e akın etmişler? 70’li yılların devrimci yükselişinden haberdar olan her devrimci, Haydar Işık’ın söz konusu yaptığı “Türk solu“nun toplamı, Batının büyük şehirlerinde, Karadeniz’de, Çukurova’da yüz binler yürütmüştür. Haydar Işık neden özellikle “Aydın, İzmir, Bolu” diyor anlamak zor. Dedik ya, onun bilgi müktesebatında Tariş Direnişi yoktur. 12 Eylül askeri faşist cunta şefi Kenan Evren’in “biz gecikseydik onlar iktidara gelirdi” sözlerinden de bihaberdir. Ayrıca devrimci hareketin Dersimde devrimci çalışma ve örgütleme yapma nedeni konusunda hem bilgisizdir, hem kafası karışıktır ve hem de kötü kasıtı vardır. Ardniyetlidir. “Türk solu, ille Dersim diyordu. Bunun bir sebebi olmalıydı” sorusunun arkasından sıraladıklarını okuyun. Onlardan sonra
“tam da devletin istediği bir duruştu bu” diyor. Ve bunlarla yetinmiyor. Durmuyor, iftira ve karalamaya devam ediyor. “Onun için teşvik gördüler” diyerek Kürt işçi ve emekçileri, Kürdistan yurtseverleriyle devrimci ve sosyalist hareket arasındaki ilişkiye tam kalıcı bir düşmanlık ayarı verme amacı güdüyor. Bunun nasıl olduğuna dair bir ispatalama, temellendirme
; onun metodunda ve hayal âleminde asla söz konusu değildir. Buna ihtiyaç da duymuyor. Ona göre geri bilinçli Kürt emekçileri ve yurtseverlerinin iknası için iddia etmek ve söylemek yeterlidir.




‘70’li yıllarda yaşanan nedir? ’71 devrimci hareketi, genç ve deneyimsiz bir kopuşla sistemle ölümüne bir kavgaya tutuşmuştur. Kızıldere’de direnmiş, İstanbul Maltepe’de direnmiş, Arnavut köy ve Şehreminide direnmiştir. Amed işkence hanelerinde direnmiş, DersimVartinikerinde devrimin bayrağını göndere, daha da yükseklere çekmiştir. Ancak, bu baş eğmez direnişe rağmen, o günkü asimetrik güç ilişkileri devrimci hareketin yenilgisine yol açmıştır. ‘70’li yılların ortalarında devrimci hareket, önceki direnişçi damar üzerinde yeniden Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın pek çok alanında devrimci çalışma ve örgütlenme yapmaya başlamış ve kısa zamanda da küçümsemez bir kitlesellik düzeyi yakalamıştır. Bağımsızlıkçı Kürdistan yurtsever hareketinin değişik bileşenleri de bu aynı koşullar içerisinde gelişme kaydetmişlerdir.




‘70’li yılların oralarında, “ille Dersim” diyen ve Haydar Işık’ın “soldan başka her şey olan” diye tanımladıkları biz devrimcilerdik. Hepimiz, ya da yüzde doksan dokuzumuz Dersimliydik. Orada doğmuş, orada büyümüş, Türkiye Üniversitelerinde okumuş ve oralardan Dersime gelmiştik. O günkü koşullarda; (sonradan değişik düzeylerde olumsuzlaşanlar da içinde olmak üzere) hepimiz, aynı tarihsel-toplumsal koşulların ürünü, aynı gelenek, görenek, alışkanlık, kültür ve bilince sahip devrimcilerdik. Bay Işık, İşte “Türk solu”olarak tanımladığın bizler neye benziyorduysak, PKK’nin o günkü kadroları da ona benziyorlardı. Geriliklerimiz de benzerdi. Çünkü merhametsiz bir açıklıkla, o gün hepimiz aynı maddi dünyanın olguları, yansımaları, varsayımları canlı yaratıklardık. Ali Haydar Yıldız’lardık, Mazlum Doğan’lardık, Cafer Cangöz’lerdik, Kazım Kulu’lardık, Hasan Kılıç’lar, Celal ve Saime Aşkınlar, Aydın Gül’ler, Hıdır Demir’ler, MetinTurgut’lar, Hüseyin Sancar’lar, Kamer Özkan’lar, Müslim Durgun’lar, Orhan Bakır’lar ve daha daha niceleriydik bunların. Sermaye ve sömürü dünyasına, ırkçı asimilasyoncu ve soykırımcı zalime karşı, düşmanlığımızı ilan etmiş birbirimize çok benzeyen devrimcilerdik. 9–10 yaşlarına kadar Türkçe bilmiyorduk. Kırmancki/Dımılki/Zazaca (ne dersek diyelim bu o kadar çok önemli değil) anadilimizdi. Kurmançki bilenlerimiz de vardı. Eh Şimdi neye benzediğimize, ne olduğumuza dair meraklarını giderebildim mi acaba? Bu noktada son bir söz; Peki Haydar Işık, Mazlum Doğan’ın Dersim ve Karakoçanda önce THKP-C, daha sonra da “parti –cephe“deki ayrışmalarda “sosyal emperyalizm” tezini savunan THKP-C/ML, “Militan Gençlik” kanadında yer alarak devrimci çalışma yaptığını biliyor mu?  

Haydar Işık, bazı Dersimlilerin TRT 6 (Şeş) da Kürtçe yayının başlamasıyla birlikte, kendi anadillerinde de yayın yapılası taleplerinden sonra “bölücülük” hummasına tutuldu. Hâlbuki BM’lere bağlı birimlerin istatistiklerine göre Türkiye’de irili-ufaklı 32 tane Anadili’nden ve bunların korunması ve yaşatılmasının önemi üzerinde duruyor. Bay Işık bu kadar bile demokrat olmayı beceremiyor. Asimilasyoncu inkâr sisteminin tüm bürokratları da, nerede bir Kürtün iki söz Kürtçe sarf ettiğini duyarlarsa hemen veyvelayı basıyorlar. Bu “bölücülüktür”, “ülkenin bölünmez bütünlüğünü” bilmem nayapmaktır. Ya da her hangi bir “Azınlık Hakkı’ndan söz edildi mi benzer sara nöbetleri geçirmeye başlıyorlar. Daha bu yakınlarda Ahmet Türk kendi partisinin Meclis grubunda, henüz Kürtçe üçüncü sözcüğünü telaffuz etmeye başlamışken Genelkurmay anında devreye girdi ve “bu ülkenin bütünlüğünü bölmek girişimidir”, “gerekli yasal işlemler yapılmalıdır” dedi.




Bir varsayıma göre Dersim de 2 milyona yakın insanın konuştuğu bir dil var ve bu, bir Anadili’dir. Dersimlilerin, İnkârcı ve imhacı sistemden kendi Anadilleri üzerindeki yasakların kaldırılması için uğraş vermeleri neden Kürtleri bölmek olsun? Bölücülük bunu neresinde?  Böyle bir çalışmayla, “Kürt halkını inkâr edip Türk yapmak“ arasında paralellik kuran mantığı anlamak çok zor. AKP, “Osmaniye gibi halk nüfusunun önemli bir kesiminin Kürtlerden oluştuğu yerlerde Zaza ve Kırmanc farkı önemsenmelidir” diye örgütlerine genelge göndermiş. Bunda şaşılacak ne var. Burjuvazi toplumu tahlil ediyor. Ondaki özgün varoluş tarzı ve gelişimi üzerinde epistemolojik çalışma yaparak, kendi politik ajitasyonunun içeriğini ve etkisini düzenliyor. Buradan yola koyularak, “Zaza ve Kımanc” temasının işlenmesinde Kürt halkının inkârı ve Türkleştirilmesi çıkarsaması yapmak, bilgi kıtlığı ve soyutlama yeteneği konusundaki fukaralığı teyit eder ancak. İnkâr ve asimlasiyoncu sistem, bugüne kadar “Kürt” de demiyordu. Ama şimdi ruhu işkence çektiği halde bu gerçekliği gevelemek zorunda kalıyor. Kırmanki/Zazaca’yı da bu bağlamda telaffuz ediyor. Gerçek bir demokrat, bunda realitenin gücünü aramalıdır.




Haydar Işık’ın sözlerini kullanacak olursak; “demokrasi ve insanlıktan nasibini” alan her kişi, eğer egemen olan görüngülerden biri olmak istemiyorsa, birine yedeklenmek istemiyorsa yaşadığı toplumdaki bireyler ve insan grupları kendilerini nasıl ve ne olarak tanımlamıyorlarsa buna saygılı olmak zorundadır. Hele Kürtler bu konuda çok acı çekmiş bir halk olarak, “millet-i Hakime“nin bugüne kadar ona reva gördüklerini, o, yanındakilere uygulamaktan özellikle uzak durmalıdır. Kırmanci/Zazaca ve Dersimin özgün var oluşu karşısındaki tavır; Haydar Işık ve yurtsever hareketin demokratlıklarının sınandığı asit kuyusudur.




Ahmet Altan geçenlerde bir filmi özetlemiş. Bizim örneğimize çok benziyor olay. İngiliz milliyetçiliği, inkârcılığı ve zorla kendisi gibi yapma zihniyetinin özetini sunuyor bize. Belki Haydar Işık gibileri için biraz düşündürücü olabilir. Bir bombalama olayının ardında, o işle alakası olmayan üç İrlandalı gencin başında geçen gerçek bir olayın beyaz perdedeki bir sahnesinin özeti:

Film çok güzeldi ama özellikle bir sahne beni çok irkiltmişti.” Diyor Ahmet Altan ve devam ediyor. “Polis genç oğlana soruyordu:
“Nerelisin?”
Genç oğlan da cevap veriyordu:
“Dublinliyim.”
Polis şöyle bir bakıyordu oğlana:
“İngilizsin yani...”
Bizim ülkemizde de sanırım buna benzer konuşmalara çok rastlanmıştır.
“Nerelisin?”
“Diyarbakırlıyım.”
“Türksün yani...”
Dublinlilerin çoğu İngiliz değil İrlandalı, Diyarbakırlıların çoğu da Türk değil Kürt.”




     Daha fazlasına gerek yok. Her gün beş-on öğün özgürlükçü demokrasiden söz etmek, kendisinden güçsüz ve azınlıkta olanlara da egemenlik sisteminin bürokratları gibi davranmak demokratlığın gerçek hayattaki göstergesi değil mi? Kısaca; Kürtlere komşu olan her topluluğa, “Kürtsün yani… Kim ne olmaktan mutlu oluyorsa o olarak yaşamalı. Bu asla Kürtleri bölmez, zayıf düşürmez, hele Türk hiç yapmaz.

 

 
        

 

 

 

myspace graphics

**** Ad: Yaoti ***




 
   
 
***

 

****
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol