RADYOOVACİK
  DERSİM KANUNLARİ
 

Dersim Janosidine “EVET”diyen “Mebus” turk Bilim Adamlari (Docent, Prof. Ord. Prof)

Turklerin “ilim ve irfan” yuvalari dedikleri universitelerde docentlik, prof’luk ve Ord.profluk yapan ilim ve irfan bekcileri dahasi “etik” bekcileri ayni zamanda “Tunceli kanunlari” yapildiginda ve uygulandiginda turk parlementosunda “millet vekili”olarak yer aliyorlardi ve bir toplumun Jenoside ugratilmasina “evet”diye el kaldiriyordu…bu turk ilim ve irfani bu turk etigi olmali.

21 sirada yer alan Prof .Fahri Ecevit Kurt ve Dersim dusmani Bulent Ecevitin babasidir 48 sirada yer alan Prof. Hasan Resit Tankut yeminli Dersim dusmani ve Dersim Hakkinda cok kapsamli yazilari olan zattir o TC devletine Dersim’in yok edilmesi icin epey rapor sunan kisidirde ayni zamanda…

Kaynak: Ismail Besikci
Tunceli Kanunu
Ve Dersim Jenosidi
Wesanen Rewsen 1991 Bonn/Almanya

Sayfa: 141-148
 

TBMM'ndeki Profesör Mebuslar

Tunceli Kanunu'nun yapıldığı ve uygulandığı sıralarda, TBMM'ne, ordinaryüs profesör veya profesör unvanlı birçok kişi TBMM'e mebus olarak tayin edilmişti. Yani bunlar Tunceli Kanunu'nun yapıldığı ve uygulandığı sıralarda TBMM'nde mebus idiler. Bunların bir kısmı Avrupa'da özellikle Almanya'da, bir kısmı da Çankaya Sofralarında tahsil etmişlerdi. Bunları kabaca şöyle sıralayabiliriz.

1. Prof.Dr. Yavuz Abadan

2. Prof. Hasan Şükrü Adal

3. Prof. Ahmet Ağaoğlu

4. Prof. Yusuf Akçora

5. Prof. Ali Kani Akyüz

6. Prof.Dr. Zeki Mesut Alsan

7. Ord.Prof.Dr. Sadri Maksudi Arsal

8. Prof. Celal Esat Arseven

9. Prof. Besim Atalay

10. Prof. ismail Hakkı Baltacıoğlu

11. Prof. Tahsin Banguoğlu

12. Prof. Yusuf Hikmet Bayur

13. Prof.Dr. Tahsin Bekir Balta

14. Prof. Selahattin Batu

15. Ord.Prof. Kemal Cenap Berksoy

16. Ord.Prof. Cemil Bilsel

17. Ord.Prof. Mahmut Esat Bozkurt

18. Prof. Hayrullah Diker

19. Ord.Prof.Dr. Ali Saim Dilemre

20. Prof. İbrahim Necmi Dilmen

21. Prof. Fahri Ecevit

22. Ord.Prof. Halil Vedat Eldem

23. Prof. Ahmet Cevat Emre

24. Prof.Dr. Nihat Erim

25. Prof. Emin Erişirgil

26. Prof.Dr. Ahmet Şükrü Esmer

27. Prof. Ali Muzaffer Göker

28. Doç. Galip Gültekin

29. Ord.Prof. Şemsettin Günaltay

30. Prof. Şevket Raşit Hatiboğlu

31. Ord.Prof.Dr. Neşet Ömer lrdelp

32. Ord.Prof.Dr. Sadi Irmak

33. Ord.Prof.Dr. Fuat Köprülü

34. Prof. Hazım Atıf Kuyucak

35. Prof. Agah Sırrı Levent

36. Prof. ismail Müştak Makoyan

37. Prof. Hıfzırrahman Raşit Öymen

38. Ord.Prof. Yusuf Ziya Özer

39. Doç. Necmi Özün

40. Prof. Recep Peker

41. Prof. Fazıl Nazmi Rüküm

42. Doç. Necmettin Sadak

43. Prof. Hasan Saka

44. Prof.Dr. Vehbi Sandal

45. OrdProf. Vasfi Raşit Sevig

46. Prof. ismail Habib Sevük

47. Prof. Hasan Vasıf Somyürek

48. Prof. Hasan Reşit Tankut

49. Prof.Dr. Ahmet Hamdi Tanpınar

50. Prof. Cemal Hüsnü Taray

51. Prof. Esat Tekeli

52. OrdProf. Yusuf Kemal Tengirşenk

53. OrdProf. İsmail Hakkı Uzunçarşılı

54. İsmail Hakkı Ülkümen

55. Lütfü Ülkemen

56. Ord.Prof.Dr. Suut Kemal Yetkin

57. Prof. Ali Kemal Yiğitoğlu

Bu liste eksik olabilir. TBMM albümleri iyice tarandığı zaman profesör veya ordinaryüs profesör unvanlı birçok kişinin bu dönemlerde (1935-1946) mebus olarak tayin edildikleri görülebilir. Bunlar-

142

dan önemli bir bölümü, siyasi ilimler, hukuk, iktisat, tarih ve gen; anlamıyla toplumsal bilimler okutan profesörlerdir. Ord.Prof. Mal mut Esat Bozkurt, Ord.Prof. Yusuf Hikmet Bayur, Ord.Prof. Yust Kemal Tengirşenk, Ord.Prof. ismail Hakkı Uzunçarşılı, Ord.Proı Yusuf Ziya Özer, OrdProf. Vasfi Raşid Sevig, Ord.Prof.Dr.Sadı Maksudi Arsal, Prof. Yusuf Akçora, Prof. Ahmet Ağaoğlu, Pro! Emin Erişirgil, OrdProf. Cemil Bilsel, Prof. Nazım Atuf Kuyucak Prof. Şevket Raşid Hatiboğlu, Prof. Esat Tekeli, Prof. Cemal Hüsni Taray, Prof. Hasan Şükrü Adal, Prof. Hıfzırrahman Raşid Öymen Doç. Necmeddin Sadak, Doç. Necmi Özün, Ord.Prof.Dr. Fuat Köp rülü, Prof. ismail Hakkı Baltacıoğlu, Prof. Dr.Ahmet Şükrü Esmer Prof.Dr. Zeki Mesut Alsan, Prof.Dr. Tahsin Bekir Balta, Prof.Dr Yavuz Abadan, Prof.Dr. Nihat Erim, İsmail Hakkı Ülkümen... bunlaı arasındadır.

10 yılı aşkın bir zaman yürürlükte kalan ve uygulanan Tunceli Kanunu makable şamil bir kanundur. Bu hukukçu profesörlerin hiçbirisi, bu uygulamanın modern hukuk sistemlerine aykırı olduğunu söylemiyor, itiraz etmiyor. Üstelik onaylıyor, alkışlıyor. Bu kanun Genel Müfettiş olan vali ve komutana, kişileri yakalamak, itham etmek, yargılamak, idam kararı vermek, idamları infaz etmek yetkilerini veriyor. Genellikle Almanya'da, italya'da Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Sofralarında "ilim" tedris eyleyen bu hukukçular(l) bunun 1924 Anayasasına aykırı olduğunu söyleyemiyor, yargı ve icra görevlerinin bu derece bir tek kişinin uhdesine verilemeyeceğini belirtemiyor, sesini yükseltemiyor. Yükseltmiyor. Üstelik, bu ulema takımı bunları onaylıyorlar, alkışlıyorlar, en münasibi budur, diyorlar. Şefe, resmi ideolojiye bol bol övgüler düzüyorlar. Tunceli Kanu-nu'na göre getirilen yargılamada, sanığa iddianame verilmiyor, savunma hakkı verilmiyor. Mahkeme kararlarının kesin olup temyizinin mümkün olmadığı hükme bağlanıyor. Ordinaryüs profesör ve profesör unvanlı "ulema"mn bunlara da itirazı yok. Bunları, yeri ve zamanına göre övgüler düzdükleri 1924 Anayasasına aykırı bulmuyorlar. En münasibi budur, diyorlar, alkışlıyorlar. Eşkıyalıkla, haydutlukla mücadele ediyoruz. Gericilikle, ağalarla mücadele ediyoruz, diye geniş kitleler sürgünlere gönderiliyor, kadınların kızların ırzına geçiliyor, gebe kadınların karnına kılıç sokuluyor, emzikteki bebeklerin başlan kesiliyor, kılıçlara takılıyor, iki-üç yaşındaki bebekler, başları taşlara vurula vurula öldürülüyor, tekmelenerek öldürülüyor, insanlar, mağaralara tıkılıp üzerlerine zehirli gazlar sıkılıyor, kadınlar, genç kızlar, çocuklar, ağzı betonlarla kapatılmış mağaralarda yakılıyor, "ilim" heyeti, bütün bunlan onaylıyor, alkışlıyor. En münasi-

bi budur, diyor. Çünkü Şef böyle istiyor. Ve Şeflik düzenlerinde doğrunun ölçütü, olgular değil, Şefin dedikleri, tavır ve davranışlarıdır. Bu bakımdan Şeflik düzenlerinin temel davranış biçimi Şefe yakın olmaktır. Bunu, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, yukarıda sözünü ettiğimiz nutkunda gayet açık bir şekilde belirtiyor:

"... Millet ve memleket davalarında başarınızın birinci şartı; Atatürk'e İnönü'ye inanmaktır. Doğru düşünce onların sözünde, doğru davranış onların izindedir."

Yukarıda adları geçen ordinaryüs profesörlerin ve profesörlerin sürekli olarak yazılar yazdıkları bir gazete var. "Hukuk Gazetesi". 15 Temmuz 1933'ten itibaren çıkmaya başlamış. "Onbeş günde bir çıkar, hukuki, ilmi, içtimai gazete"dir. Bu profesörlerin meydana getirdiği tahrir heyeti Cumhuriyetin Onbirinci yılını şöyle kutluyor.

"Ebediyete doğru giden Cumhuriyet yıldönümlerimizden onbirincisini kutlamakla şeref duyan "Hukuk Gazetesi" realist hukuk yolunda sarsılmaz adımlarla yürüyen yeni rejimin huzurunda en coşkun saygılarını kaydetmekle bahtiyardır. Sağda, solda hemen dünyanın her köşesinde vicdani kıymetlerin sarsıldığı bir devirde en doğru yolu seçen, genç Türkiye Cumhuriyeti, şüphe yok ki kendisine mahsus bir şiar ile dünyanın fikir tarihine de şeref ve kıymet veriyor.

En yüksek faziletli bir hukuk müessesesi olan Cumhuriyeti, en yüksek mevkiine, eriştiren büyük inkılap adamlarına, başta dünyanın en ulusu olan Gazi Hazretleri olmak üzere tebcil duygularımızı (ululama) arz etmekle daha çok gönlümüzden konuşmuş oluyoruz.

Şu müstesna mazhariyet karşısında Onuncu Yıldönümünden en büyük sözü ile sütunlarımızı süsleyerek (Ne Mutlu Türküm Diyene) cümlesini ila-vet ediyoruz."

Gazete, Büyük Şef Gazi Mustafa Kemal'e de ulaştırılıyor. Bundan sonra ordinaryüs profesörlerden ve profesörlerden meydana gelen tahrir heyetinin Şefe bağlılık ve minnet duyguları şöyle ifade ediliyor:

"... En büyüğümüz Ulu önder Atatürk'ün yüce katına gazetemizi taktim etmemizden ötürü Cumhurreisliği Genel Yazmanlığından gelen bir yazıda Atatürk'ün bizlere sonsuz bir şeref ve onur veren iltifatları bildirilmektedir. Bundan dolayı taşkın bir sevinç ve kıvanç içindeyiz. Her zamanki gibi şimdi de bu coşkunluğumuzu kağıda dökerek diyoruz ki: Ulu Önder! Nesi varsa hepsi büyük dehana borçlu olan bizler sana karşı beslediğimiz şükran duygularımızı nasıl bildirebiliriz? Senin gösterdiğin yolda yürümek, senin büyük ülkün için çalışmak bizim inanımızın bağlandığı en büyük bir borçtur. Bu yolda kendimizi bağışlamakla bir zerre olsun borcumuzu ödeyebilirsek ne büyük saadet!.."

Görüldüğü gibi Şef (Ulu Önder)den başka kimse yoktur. Uzun unvanlı bu ulemayı gerek toptan ve gerekse teker teker yaratan da odur. O halde tapılacak tek unsur şeftir. İbadet ona karşı yapılır. f    İşte biz diyoruz ki, böylesine "bilginlerin", "hukukçuların", "ilim I. heyetlerinin", Hitler'in, Mussolini'nin profesörlerinden, Franco'nun danışmanlarından, Salazar'nın hukukçularından hiçbir farkı yoktur. Hatta Türkiye'dekiler Çankaya'nın sazlı-sözlü ve içkili sofralarında "ilim" tedris ederlerken, kişiliklerini o kadar kaybetmişlerdir ki, ne derece sömürgeci ve ırkçı ve faşist zihniyetli olduklarının farkına bile varamamışlardır.

Öteki Yazarlar

Dersim olgusuna, genel olarak da Kürt ulus olgusuna, üniversitenin bilim yöntemi ile yaklaşmadığını belirtmiştik. Bu konuda öteki yazarların tutumu da aşağı yukarı böyledir. Kemal Bilbaşar, Cemo-Memo isimli roman dizisinde, özellikle ikincisinde Dersim olgusunu anlatmaktadır.305 Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal Barış isimli dizisinin 7. cildinde,306 Barbaros Baykara, Dersim 1937 ve Dersim 1938 isimli romanlarında307 bu konuyu anlatmaya çalışmaktadırlar. Bunların hiçbirinde olayın temel nedenine inilmemiştir. Bunların hepsinde de Kürt ulusuna karşı geniş bir "sövgü" vardır. Bu "sövgü" sayesinde yazarlar siyasal iktidarın sempatisini kazanmaya çalışmışlardır. Bunlardan Hasan İzzettin Dinamo, Kürt ulusuna karşı, aynı öteki Kemalistler gibi, ırkçı bir saldırıya girişmiştir. Kürt ulusuna karşı girişilen bu ırkçı, sömürgeci ve ilhakçı eylemleri gizlemeye çalışmış, je-nosid, toplu katliam eylemlerini "uygarlaşürma" diye göstermiştir. Bu jenosid eylemlerini, ağalığa, şeyhliğe karşı eylemler olarak göstermiştir. Yalnız bu Kemalist yazarı, öteki Kemalist yazarlardan ayıran önemli bir fark var. Bu, yazdığı toplumcu şiirlerden dolayı, 1935-1939 ve 1943-1944 yıllan arasında mahkum olmuş ve cezasını çekmiş. Hasan İzzettin Dinamo'nun Kürt ulus sorununu, aynen kendisini zindanlara atan, mahkum eden Kemalistler gibi düşünmesi ibret vericidir. Hasan izzettin Dinamo'nun, Kürt ulus sorunu konusunda, aynen, Büyük Şef ve Daimi ve Değişmez Genel Başkan Gazi Mustafa Kemal gibi, Değişmez Genel Başkan ve Milli Şef İsmet İnönü gibi, Başbakan Celal Bayar gibi, "Dersim Celladı" General Abdullah Alpdoğan gibi... düşünmesi ibret verici bir olgudur. Bu Türkiye'de "ilerici düşünce"nin, sömürgeci, ilhakçı ve ırkçı bir özde geliştiğinin somut bir göstergesidir. Yazarlar, sanatçılar, böyle ırkçı ve ilhakçı, sömürgeci bir çerçeveyi kırıp parçalayacağı yerde, onunla bütünleşmiş ve böylece kendisine siyasal iktidarlar karşısında meşruiyet kazandırmaya çalışmıştır. Böylece kendisini, gerici, ırkçı sömür-

geçi ve ilhakçı siyasal iktidar karşısında sigorta ettirmiştir.

Somut olgular, yaşanmış hayat, bu anlatımları daima reddetmektedir. Bu anlatımlarda Kürt direnmelerinin daima, ingiliz ve Fransız kışkırtması olduğu söylenir. Hiçbir delile dayanmadan bu iddia tekrar edilir. Halbuki, yaşanmış hayat, fiili durum, Kürdistan'ın kendi paylarına düşen kesimlerini ilhak edebilmek ve sömürgeleştirebil-mek için ingiliz ve Fransız emperyalistlerinin, mahalli işbirlikçileri, Kemalistler ve Şehin-şah Rıza Şah yönetimi ile müşterek politik, ideolojik ve askeri eylemlerde bulunduklarını göstermektedir. Yani Kürdistan ve Kürt ulusu bu emperyalist ve sömürgeci iktidarlar tarafından emperyalist bir bölüşüme tabi tutulmuştur. Kürt ulusu bu emperyalist ve sömürgeci yönetimler tarafından bölünmüş ve yönetilmeye başlanmıştır.

Kemal Bilbaşar 1967 yılında, Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'nü de alan romanını neden yazdığını şöyle anlatıyor:

"...Cemo'yu köylerde köye benzer kasabalarda, özellikle Doğu Anadolu'da yaşayan halkımız için yazdım, imparatorluk çağında çok ihmal edilmiş, çok ezilmiş Cumhuriyet döneminde de hükümetlerin tüm iyi niyetlerine karşın yol, okul, su, sağlık nimetlerinden gereğince yararlandınlamamış. Ortaçağ aşiret düzeyinden kurtarılıp bir türlü çağdaş uygarlık düzeyine kavuşturulamamış, dahası iç ve dış sömürgen ve bölücü güçler tarafından iki kez kana bulanmış Doğu Anadolu halkımız için... yazdım."

Görüldüğü gibi yazar, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin için giriştiği bütün eylemleri gizliyor, iç ve dış emperyalist ve sömürgeci güçlerin Kürdistan ve Kürt ulusu üzerinde giriştiği bütün eylemleri gizlemeye çalışıyor. Kürdistan'ı ve Kürt ulusunu yoketme eylemlerini görmemezlikten geliyor. Emperyalist ve sömürgeci güçlerin görüşlerini aksettirdiği halde, "Romanı Doğu Anadolu halkımız için yazdım" demekten de geri kalmıyor.

"Bu romanı yazmayı 1945'lerde kararlaştırmıştım. O dönemde Büyük Millet Meclisinde toprak kanunu tartışmaları sürüp gitmekteydi. Bense daha önce Doğuda çalışmış, ağalık düzenini iyi bilen, Şıh Sait, Seyit Rıza olaylarına yakından tanık olmuş, öğretmen, subay, kaymakam arkadaşlarımdan, ya da birlikte yolculuk ettiğim yurttaşlarımdan, 1925-1938 yıllan arasında Cumhuriyet Hükümetlerinin giriştiği doğuyu uygarlaştırma (temdin) denemesi, hakkında çok şeyler dinlemiştim. Şunu itiraf etmeliyim. O zamanlar Toprak Kanununun, ikinci Dünya Savaşı koşulları içinde gelişip güçlenen, savaş sonrasında yabancı sermaye ile işbirliği yapmayı amaç edinen ticaret burjuvazisinin, büyük toprak sahiplerini bürokratlardan ayırıp kendi ittifakına almak istemesine karşı bir tehdit aracı olarak Büyük Meclise getirilmiş olduğundan habersizdim. Saf, ülkücü bir sanatçı, iyi niyetiyle, yönetici kad-

rolara doğuda daha önce girişilen düzen değişikliği deneyinin başarısızlık nedenlerini göstermek, bu kez yapılacak toprak kanunu uygulamalarında, halkın şevki desteğini sağlamada yardımcı olmak istiyordum.

Bu amaçlarla Doğu Anadolu romanı yazmağa karar verir vermez, esaslı inceleme ve araştırmalara giriştim. Milli Kütüphanede, Şıh Sait, Dersim olayları, Doğu Anadolu toplum yaşayışı ve folkloru üzerinde yazılmış eserleri hemen hemen eksiksiz gözden geçirdim. O çevrede yaşamış, adı geçen olaylara katılmış, aydın ve halktan kişileri bulup soruşturma yaptım, tüm ayrıntıları öğrendim. Bu bölgede inönü ve Bayar hükümetlerinin İbrahim Tali ve General Abdullah Alpdoğan hükümetlerinin giriştikleri reform hareketlerinin hangi direnişlerle olumlu sonuca ulaşamadığını saptadım. Tabii bu çalışmalar yıllarımı aldı.."309

Yazar, Kürt ulusu üzerinde girişilen bütün katliamcı, sömürgeci ilhakçı eylemleri "uygarlaştırma, medenileştirme" hareketi olarak adlandırıyor. Ve "Doğu Anadolu'nun romanını" sömürgecilik ve ırkçılıkla böylesine iç içe olan bir kişi yazıyor! Bu yönleriyle Türk yazarlarının ve sanatçılarının, tutumlarının, Franco'nun ve Salazar'ın yazarlarının tutumlarından hiçbir farkları yoktur. Çünkü onlar da Af-rika'daki her türlü "vahşeflerini "uygarlaştırma ve medenileştirme" hareketleri olarak gösteriyorlardı.

"... Doğu Anadolu halkı için yazacaktım, öyleyse bu yapıtta ilkin onlara rahatlıkla anlayacakları bir dille seslenmeliydim. Kuşkusuz bu dil, istanbul diyalektine dayalı olamazdı. Belki Dedekorkutlardan bu yana kullanılan halk edebiyatının dili, belki Doğu Anadolu'da kullanılmakta olan diyalektlerden karma bir dil.."310

Yazar "Doğu Anadolu"da, Kürdistan'da Kürtçe konuşulduğunu bilmezlikten gelerek yeni bir diyalekt aramaya çalıştığını anlatıyor. Halbuki Kürtçenin Dede Korkut dili ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bu haliyle yazar Kemal Bilbaşar Kürt dili ve Kürt kültürünün amansız bir düşmanı olarak belirmektedir.

Burada şu konunun belirtilmesinde yarar vardır. Kürdistan'da Türk sömürgeiliğinin uyguladığı asimilasyon politikası sonunda öğrenilen türkçe ile, Dede Korkut Türkçesinin veya Türkçenin herhangi bir diyalektinin hiçbir ilişkisinin bulunmadığı kuşkusuzdur. Zorla İngilizce öğrenen bir kişinin, öğrendiği İngilizcenin, ingiliz dili ile ne kadar ilişkisi varsa asimilasyon politikaları gereği, Kürtlerin konuştuğu Türkçenin de, Türkçe ile o kadar ilişkisi vardır. Yazar, sömürgeci eylem sonucu oluşturulmaya çalışılan bu dile, yani Kürtlerin konuşmaya mecbur bırakıldıkları Türkçeye, Türkçenin bir diyalekti olarak bakmaktadır. Bu elbette kasıtlı bir tutumdur.

"... Memo ayrı bir karakter değildir. Ortaçağ kalıntısı aşiret düzeninin en

katıksız biçimde sürüp gittiği Dersim kesitinde halkın özlem ve dileklerini dile getiren bir simgedir... Dersim'de girişilen, seyitlerin, aşiret beylerinin toprak kölesi durumundaki köylüleri uygarlaştırma ve topraklandırma çabasının başarıya ulaşamaması nedenleri araştırılırken, yurt çapında, köklü reformlar, özellikle toprak reformu, uygulanmadıkça deneylerin başarısızlıkla sonuçlanacağını, hatta iç ve dış karşı güçlerin çabalarıyla, iyi niyetli masum halk yığınlarının kanlı ayaklanmalara itilebileceğini somut biçimde göstermeye çalıştım."311

Türk yazarı Kemal Bilbaşar, Kürt ulusal direnmesini gizlemek için her türlü gayreti gösteriyor. Ordunun hareketini, şeyhliğe, toprak sahiplerine karşıymış gibi gösteriyor. Böylece bütün Kemalistler gibi, Doğu'nun, romanını, hikayesini, röportajını yapan bütün ötekiler gibi, "Kürt gericiliği"ne karşı görünerek, katliamcı, işgalci, ilhakçı, sömürgeci eylemlerin yanında yer alıyor. Yani Türk gericiliğinin, Kemalist ırkçılığın ve sömürgeciliğin vazgeçilmez bir halkası haline geliyor. Biz Türkiye'de yazarların, sanatçıların, düşünürlerin bu politikayı bilinçli olarak sürdürdükleri kanısındayız. Yazarlar, bu davranışlarının, militarist sömürgeci Türk burjuvazisi tarafından hoşnutlukla karşılandığını biliyorlar. Kaldı ki yazarların yaratmaya çalıştıkları "Kürt gericiliği" gerçek somutlarla bağdaşmamaktadır. Bu olayın zaman ve mekan boyutu içinde ele alınması gerekir. 1920 lerden itibaren, hatta 1919 lardan itibaren, oluşan bütün Kürt direnmeleri ulusal özlüdür. Yukarıda adları verilen devletlere karşı mücadeledir. Kürt ulusu için ve Kürdistan için mücadeledir. Fakat Türk yazarı bunu böyle koyduğu, yani olayları zaman ve mekan boyutu içinde değerlendirdiği zaman, ilkönce, kendi militarist ve sömürgeci burjuvazisiyle hesaplaşması gerektiğini bilmektedir.

 
        

 

 

 

myspace graphics

**** Ad: Yaoti ***




 
   
 
***

 

****
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol