RADYOOVACİK
  DERSİM Efsaneleri
 

                             
   
    .::Dersim Efsaneleri::.

 


 
Eşsiz doğa güzelliğin,
Başı dik özelliğin,
İnsanlıktır ilk hedefin,
Sen cansın Munzurum.

Akışın başka, duruşun başka…
Suyundan içen gelir aşka.
Efsanen örnektir tüm halka,
Sen cansın Munzurum.

Yurdumun güzelliklerindensin.
Gönlümüzde hep yücesin.
Yiğitliğe su serpensin.
Sen cansın Munzurum.

Dillerde çalınır senin türkün,
Barışa akarsın büsbütün.
Hakka aşkı bize sen öğrettin,
Sen cansın Munzurum.

Murat Yanç




MUNZURUM

 

 

 

.::MUNZUR BABA EFSANESİ::.

Bugünkü Tunceli ili Ovacık ilçesine bağlı Koyungölü Köyü civarında yaşayan bir ağa ve ağanın koyunları gütmek için yanına aldığı Munzur isminde bir çoban varmış. Munzur'un ağası Hac zamanı hacca gitmiş. Ağa hacda iken Munzur bir gün ağanın hanımının yanına gelir ve,
 - Hatun, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm der.
Ağanın hanımı önce şaşırır,sonra herhalde zavallı çobanın canı sıcak helva istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor.Kendisine bir helva yapayım da yesin der. Helvayı pişirir bir bohçanın içine bağlar ve Munzur'a:
 -Al evladım götür der.
O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur'a:
 -Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun nedir o elindeki? der.
Munzur da:  -Ağam canın sıcak helva istemişti onu sana getirdim der.
Elindeki bohçayı ağasına uzatır.Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Hayretler içinde Munzur'a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok. Hac vazifesini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler. Munzur da, götürecek başka hediyesi olmadığından, bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider. Ağa Munzur'u görünce yanındakilere:
 -Asıl hacı Munzur'dur. Öpülecek el varsa Munzur'un elidir. Önce ben öpeceğim der ve Munzur'a koşar.
Munzur bu konuşmaları duyduğunda:
 -Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar. Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar. Şimdiki Munzur ırmağının ilk yere geldikleri zaman Munzur'un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz su fışkırır. Bundan sonra Munzur kırk adım daha atar.Attığı her adımda bir kaynak fışkırır. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir.Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçmezler. Munzur'da bu dağlarda kaybolur gider. Yöre halkının efsaneleştirdiği Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini,çoban olsa bile Tanrının sevgisine mazhar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur'u bu inançla efsaneleştirmektedirler.

.::DÜZGÜN BABA EFSANESİ::.





  Şah Haydar Seyyit Mahmud-i Hayrani'nin oğludur. Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanları ile meşgul olur. Kışın zemherinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyit Mahmud-i Hayrani "Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar. "Diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa ağaç hemen yeşeriyor.Taze süsleniyor,keçilerde bu filizlerden yiyerek besleniyor. Seyyit Mahmud-i Hayrani durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi,bir kaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar da ne oldu Babam Derviş Mahmud'umu gördün ki bu kadar hapşırırsın, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.
          Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için utanır mahcup olur.Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün baba dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar.(Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için Mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya lekan varmış.Bu hediklerle Zargovit'den Düzgün Baba tepesine kadar (takriben 5km) üç adım atmış bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmış ve bu izler hala durmaktadır.) Bir iki gün eve gelmeyen Şah Haydar'ın annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne alemde? der.
         Müritlerinden birkaç kişi bu 24500 m. yüksekliğindeki dağın tepesine çıkıp Şah Haydar ile görüşürler. Durumun iyi olduğunu her hangi bir sorununun olmadığını öğrenirler ve tekrar Zeve'ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani'ye durumu düzgündü merak edilecek herhangi bir şey yoktur.Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler. (Bu işi düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden bu güne Düzgün baba olarak söylenir.) Bugün de dahi halk şifa bulmak için Düzgün Baba'ya gider adaklar adar ve ziyaret eder.

.::GELİN PİNAR EFSANESİ::.





  Gelin Pınarı veya diğer adıyla Gençlik Şelalesi Nazimiye ilçesinin kuzeyinde, Nazimiye ilçesine 13 km. uzaklıktaki Dereova bucağının yanında bulunmaktadır. 30-40 m. yükseklikteki kayalardan sarkıtlar ve dikitler yaparak ince ince akan sular, alışılmış bir şelale görünümünün dışında buraya bir efsane havası vermektedirler. Yazın bunaltıcı sıcağında şelalenin 50 m. yakınına varıldığında bir anda bir anda sanki binlerce vantilatörün çalışarak meydana getirdiği bir serinlik insanın bedenini sarar. Kayalardan aşağıya iplik iplik akan suların gerek sesi, gerek serinliği ve gerekse manzarası görülmeye değer bir tabiat harikasıdır. Buranında kendisine özgü efsanesi şöyledir:
        Bu yörede yaşayan ailelerden birinin genç oğlu ile genç kızı evlendirilir. Yeni gelin yöre adetlerine göre belli bir süre evde kaldıktan sonra, bir gün kaynanası kendisine:
-Hadi gelinim. Şu bakracı al. Sağım yerine getirilen hayvanlarınızı sağ ve sütü al getir, der.
        Gelin bakracı alır. Köyün diğer genç kızları, gelinleri gibi oda sağım yerine gelir ve kendine ait bütün sütlü hayvanları sağar, bakracını sütle doldurur. Ancak en son sağdığı kara keçi birden ayağını vurur. Süt dolu bakracı devirir, süt akar, gider. Gelin birden şaşırır, çok üzülür. Ağlamaya başlar. "Daha yeni gelinim.Bana elinden iş gelmez, beceriksiz gelin diyecekler. Benimle alay edecekler diye sızlanır ve bir yandan da kara keçiye beddualar yağdırır. O sırada gelinin geciktiğini gören kaynana, yüksekçe bir yere çıkarak acele gelmesi için gelinine seslenir. Gelin mahcup ve üzgün bir şekilde, önündeki boş bakracı, boş götürmektense yaradana sığınarak yanındaki pınardan su ile doldurur ve ağzına da bir bez kapatıp, o şekilde getirip sepetin altına koyar. Bir müddet sonra sütü kaynatıp mayalamak için,bulunduğu yerden almaya gelen kaynana, bezi kaldırdığında bakracın içindeki su süt olmuştur. Bir kenarda durarak olanları üzüntü ile seyreden gelin, kendisini mahcup etmediği için Tanrıya şükreder. O gün, bugündür bu pınardan akan sular koyunlar sağılmaya başlandığında, süt renginde akarlar. Koyunların sütü kesilince de tekrar tabii rengine dönerler.

 

.::ELTİ HATUN EFSANESİ::.





  Tunceli ili Mazgirt ilçesi merkezinde bulunan Elti Hatun Türbesi 14. yüzyıl eseri bir kümbettir. İçinde ikisi büyük , bir tanesi de küçük olmak üzere birbirine yapışık üç tane mezar bulunur. Mazgirt ilçesi ve yöresi uzun süre Akkoyunlular'ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanında bulunan kız kardeşi Elti Hatun hastalanır. Artık öleceğini tahmin eden kadın , kardeşi Uzun Hasan'a: Ben yılandan çok korkarım. Şayet ölürsem benim tabutumu yere gömme. Bana bir kümbet yapıp tabutumu burada astır, diye vasiyette bulunur. Kardeşinin vefatından sonra isteğini yerinne getiren Uzun Hasan bugünkü Elti Hatun türbesini yaptırır ve içerisine uzunca bir zincir asarak kardeşinin tabutunu havada kalacak şekilde bu zincire asar.
Rivayete göre ertesi gün kız kardeşinin mezarını ziyarete gelen Uzun Hasan türbenin kapısını açar açmaz kız kardeşinin tabutuna sarılı büyük bir yılan görür ve irkilerek geri kaçar. Tanrı Buyruğuna karşı gelinmez. Mukadderata boyun eğmek lazımdır, diyerek havada asılı duran tabutu zincirden indirir ve toprağa defnettirir. Zincir hala kümbetin tavanından aşağı ucunda dört halkası ile sarkık durmakta, mezar da zincirin tam altında kümbetin ortasında yer almaktadır. Sekizgen şeklinde yapılan Elti Hatun Türbesi'nin yanında bir de çeşme olduğu söylenmekte ise de izine raslanmamıştır.
Türbeye ait bilgileri içeren kitabenin restoresi sırasında muhafaza altına alınacağı kaydıyla ilgililer tarafından götürüldüğü söylenmektedir.
Türbenin içerisinde bulunan iki büyük bir de küçük mezarın bir tanesinin Elti Hatun'a bir tanesinin Uzun Hasan'ın annesine , bir tanesinin de Uzun Hasan'ın yeğenine it olduğu rivayet edilmektedir.

 

 

.::SULTAN HİDİR EFSANESİ::.




  Rivayet edilir ki , bugünkü Pertek ilçesine bagli Merkez Dorutay köyü yakinlarinda yasli bir zat yasarmis. O tarihlerde bunlarin, buralarin kumandani olan Alâeddin Pasa ordusu ile birlikte buralarin denetimini yaparken aksam olur ve Dorutay köyü yakinlarindaki sultan gölü mevkiinde geceyi geçirmeye karar verir. Çadirlar kurullur , yerlesme baslar. O sirada Sultan Alâeddin'in yanina gelen gözcülerden biri "Sultanim su ileride çadira benzer bir sey ve içinde bir isik hüzmesi var " der . Sultan Alâeddin de; gidin bkin bakalim. Kimler varsa gelip bana bilgi verin der. Iki tane atli asker bu çadirin yanina gönderilir. Askerler gelip bakarlar ki bir eski çadir ve bu çadirin içinde yasli bir zattan baska kimse yok. Askerler sorarlar:
-Ihtiyar kimsin sen? burada ne isin var? ihtiyar:
-Gördügünüz gibi bir ben-i Ademim, adim Sultan Hidir'dir der. Bir toprak güvecim , bir seccadem ve bir de atima yedirmek için bir miktar arpam var Askerler:
-Biz Sultan Alâeddin'in askerleriyiz , seni sultanimiza götürmek istiyoruz , deyince bu defa ihtiyar , buralara kadar zahmet edip gelen sultainiza söyleyiniz buyursun misafirim olsun. Fakirhanemize seref versin.
-Iyi ama gelecek olan koca bir sultan. Yaninda bir hayli vezir , vezirâzam ve kumandalari var. Bunlari oturtmak için halin bile yok. Hem kaldi ki koca ordu, gelince ekmek ister , as ister . Bunlari nasil agirlarsin? Iyisi mi biz seni oraya huzura götürelim. Ihtiyar:-Tanri misafiri umdugunu degil buldugunu yer. Yüce Allahin izini ile mahçup olmayiz. Buyursunlar gelsinler diye cevap verir.
Askerler geri döner , durumu Sultan Alâeddin Keykubat'a anlatirlar. Alâeddin Keykubat da bu ihtiyari merak eder ve ertesi gün ihtiyari ziyare eder. Çadira gelir gelmez ihtiyar nezaketle sultani selâmlar ve altina seccadesini serer. Her gelen bu seccadeye oturur, fakat seccadenin bir kenari daima bos kalir. Sultan Alâeddin hayretler içinde kalir ve hayretini gizlemez , durumunu ögrenmek için seccadeye oturan vezir , kumandan ve askerlerine bir komutla "Ayaga kalk" der. Herkes ayaga kalkar. Sultan bakar ki yerde küçücük bir seccade var. "Otur" diye emir verir. Bakar ki yerde oturan kimse yok . Herkes seccadenin üzerinde oturmus. Hayretler içinde kalirsa da sesini çikarmaz.
Biraz sonra yasli adam topraktan yapilmis güvecin içerisinde bir miktar as oldugu halde Sultan Alâeddin'in önüne birakir. Sultan:
-Baba erenler , bunu hangimiz yiyecegiz?
Ihtiyar da; Sultanim Besmele ile baslayin yemeye insallah hepinize kadar yetecek vardir. Diye cevap verir.
Sultan Alâeddin ve yanindakiler baslarlar yemegi yemeye , küçük güvecin içerisindeki yemek bütün askerler tarafindan yenilir. Herkesin karni doyar. Fakat yemek bit türlü bitmez. Sonra direkte asili bulunan dagarcik'in(kuzu ve oglak derisinin tabaklanmis, kurutulmus ismi) içindeki arpadan atlara arpa dagitmaya baslar. Bütün atlara arpa verildigi halde dagarciktaki arpanin hala bitmedigi görülür.
Sultan Alâeddin bu zatin ermis ve keramet sahibi bir zat oldugunu anlar ve ona: -Sen burada yalniz basina yasli bir ihtiyar olarak zor yasarsin. Ben sana askerlerimin içerisinden akilli, dürüst , itaatkâr asker verecegim. Bunlar ölünceye kadar senin emrinde ve hizmetinde olacaklar , der , 3 veya 5 askeri ve bulundugu bölgeyi de vakif olarak kendisine birakir ve vedalasarak ayrilirlar.
Rivayet olunur ki Sultan Alâeddin'in biraktigi 3 askerin isimleri Resul , Munzur ve Delil'dir. Bunlar yasli Sultan Hidir'in ölünceye kadar ona hürmet ve itaatte kusur etmezler. Sultan Hidir öldügü zaman Dorutay köyünün güneyinde ve köyün alt tarafinda fakirlik denen mevkiiye defnedilir. Ancak burasi köylüler tarafinfan temiz tutulmaz. Gübre dökülür , hayvanlarin yatak yeri yapilir.
Bir süre sonra bir Cuma gecesinin sabahinda bir de bakarlar ki oradaki mezar bugünkü Dorutay(eski ismi ile Zeve) köyünün ortasinda bulunan yüksek tepenin üzerine gelmis ve buradaki ulu agacin altinda mekân kilmistir. Bilahare üzerine Selçuklu Sultani tarafindan bugünkü türbesi yapilmistir.

 





 

 
        

 

 

 

myspace graphics

**** Ad: Yaoti ***




 
   
 
***

 

****
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol